“Hayatımda işinden memnun olmayan bir çok profesyonel gördüm ancak sattığı ürüne tutku ile bağlı olmayan bir tane patron görmedim.“
Rönesans dönemi heykeltıraşlarından Michelangelo, heykeller ve resim sanatı üzerine ölümsüz eserler vermiş bir sanatçıdır. Michelangelo, çalışmaya başladıktan kısa bir süre sonra ortaya çıkaracağı eserlerin mükemmel seviyede olabilmesi için, eserlerinin ana konusu olan insan figürlerini detaylı olarak anlaması gerektiğini fark edip, “insan” kavramını yakından tanımaya karar vermişti.
Michelangelo, bu düşünceden yola çıkarak insan anatomisini öğrenmek üzere kadavralar üzerinde çalışmaya başladı. Bu bedenler üzerinde göz kapakları, kaslar, eller ve diğer tüm detayları yakından inceleme şansı elde eden sanatçı hem gözlemleyerek hem deneyimsel olarak anatomi bilgisini geliştirdi. Bunu yapmasındaki amaç ortaya çıkarmayı düşlediği “insanı” tam olarak bilmek istemesiydi. Tam olarak anlayamadığı bir anatomiyi, “heykel içerisine saklanan ruhu” bir canlı gibi yansıtması onun için imkansızdı.

Floransalı bir avukatın oğlu Leonardo Da Vinci de aynı konu üzerinde düşünmüş bir sanatçıdır. Bir portre ressamı olarak kasları yakından anlaması gerektiğini anlayan Leonardo anatomik incelemelere başlamış ve bunlarla ilgili tüm gözlemlerini son derece entelektüel bir şekilde notlarına aktarmıştı.
Sadece kaslar ve gözler üzerinde durmayan Leonardo, gebelik, çocuk gelişimi, sinirler, kemikler gibi birçok farklı alanda gözlemler yapıp notlar almıştı. Özellikle yüz hatlarının kişinin duygularını ve karakterini dışa vurduğuna inanmaktaydı. Gülmek, ağlamak, neşeli olmak veya korkmak gibi duygular onun ilgi alanı içerisinde yer alıyordu. Bu sebeple bu anları özel olarak incelemişti. Leonardo’yu diğer sanatçılardan ayıran en büyük özelliklerden bir tanesi bu anatomik bilgiyi resimlerinde mükemmel bir şekilde yansıtabilme yeteneğiydi.

Eski dönemlerde bir işte çalışılan ürünün anatomisini bilmek çok önemli bir olguydu. Ancak ilerleyen zamanla, modern sanayi ile birlikte bu durum değişmiş ve üründen gitgide uzaklaşan bir çalışan kitlesi ortaya çıkmaya başlamıştır.
Bugün profesyonel dünyada işine yabancılaşmada iki farklı etken karşımıza çıkmaktadır.
İlk olarak ele almamız gereken etken işin kendisine yabancılaşmadır. Richard Sennett Karakter Aşınması kitabında bu konu üzerinde “İşçiler artık büyük resimden farklı olarak çalışmaktadır. Çoğu zaman bir işletmedeki bir işçi sadece yapmış olduğu işi bilmekte (bu genellikle bir işin çok küçük bir parçası olmakta) ve mesleğin tamamına ait bir bilgiye sahip olmamaktadır. Mesela bir lastiğin contasını sıkan bir araba işçisi arabanın nasıl yapıldığına dair bir bilgi sahibi değildir. Aynı şekilde gününü bilgisayar başında bazı rutin işleri yapmakla geçiren bir ofis çalışanı iş üzerinde çok fazla bilgi sahibi değildir. Kişiler işlerine yabancılaşmaktadır.” görüşünü sunmaktadır.
İkincil etken ise “sektör” değişimleridir. Yeni normallerden bir tanesi olarak karşımıza çıkan bu etken, bireylerin artık ürünsel uzmanlaşmadan uzaklaşarak, proses uzmanlaşmasına yönelmelerine yol açmıştır. Sektör değişimine örnek olarak, elektronik ürünleri satan bir firmada satış yapan bir bireyin, bir sonraki rolünde çikolata satan bir firmada satışa, oradan da bir yazılım firmasına satışçı olarak geçmesi örnek gösterilebilir.
Sektör değişimleri kişilerde genel olarak satılan ürünlere karşı bir yabancılaşmaya yol açar. Bugünün dünyasında satılan ürüne olan yabancılaşma çok üst seviyeye ulaşmıştır. Büyüyen ve kurumsallaşan firmalar süreçler ile çalışanlarını ürünlerden koparmaktadır. Ürünler artık birer fiziksel obje olmaktan çıkıp ekranlardaki bazı kodlar, fotoğraflar ve satış rakamlarına dönüşmüştür. Bir ürünün kapsamlı olarak tüm özelliklerini bilmesi beklenmeyen satış ve pazarlama elemanları artık piyasanın yeni normlarından olmuştur.
Ürünlere uzak bireyler “kariyer” adı verilen bir maraton koşmaya çalışırlar. Tam olarak hangi üründe veya sektörde uzman olduklarını bilmeden, departman adı ile kendilerini özdeşleştiren bu bireyler, günümüz dünyasında üründen bağımsız olarak “pazarlamacı” veya “satışçı” olarak adlandırılırlar.
Kariyer koşusu içerisinde korku ile hareket eden bireyler maalesef bu ürüne yabancılaşma durumuna kayıtsız kalırlar. Zamanın kısıtlı, amacın sadece hareket etmek ve ilerlemeye çalışmak olduğu bu koşuda her türlü diğer etken çeşitli korkular sebebiyle göz ardı edilmiştir. Jose Saramago’nun Körlük kitabında korku kavramı ile ilgili şu bölüm konuya güzel bir bakış açısı tutmaktadır. “Korku insanı kör eder, dedi koyu renk gözlüklü genç kız, Haklısınız, gözlerimiz görmemeye başlamazdan önce bizler zaten kör olmuştuk, korku bizi kör etmişti, aynı korku yüzünden körlüğümüz sürüp gidecek.“

Bu kariyer korkuları kişileri “mesleksiz” bırakan bir sisteme karşı kör bırakmıştır.
Burada dikkat edilmesi gereken bir nokta “kurumsallaşmak” ile “mesleksizleşmek“kavramlarının oldukça farklı kavramlar olduklarıdır. Kurumsallaşmak bir işin sistematik bir şekilde yapılmasına verilen isimdir, mesleksizleşmek ise sattığı ürünlere ve sektöre yabancı, sadece büyük sistem içerisinde bir çarkın proseslerini yönetmek olarak karşımıza çalışmaktır.
Bir küçük veya orta ölçekli işletmeye gittiğiniz zaman “patron” adı verilen kişinin genelde satılan ürünler ile ilgili detay bilgisine hayret edersiniz. Satmış olduğu ürünlere karşı sahip olduğu büyük meraktan dolayı ürün anatomisi bilgisinin yanı sıra, satış yapılan müşterinin profili, ürünün pazara sunduğu değer ve pazar yapısı ile ilgili de çok fazla kritik bilgiye sahip olduğunu gözlemlersiniz.
Bir ürün hakkındaki “anatomik” bilgi ürüne, müşteriye ve pazara dokunarak elde edilebilir. Ürün ile yaşayan, o ürünü sıfırdan bir piyasaya sunmaya çalışan, bir ürünün firesinin, hasarının, yan etkisinin ne olduğunu bilen, müşteri dertlerini anlayan bireyler ürün hakkında “anatomik” bilgi kazanır. Bu anatomik bilgi kişiye hem bir bakış açısı hem de bir tecrübe katar. Bu tecrübe kişilere proseslerin olmadığı bir yerde de var olma şansı yaratır. Bu bilgiye sahip olan bireyler firma bağımsız olurlar.
Bizler de eğer kalıcı ve uzun vadeli bir koşu koşmak istiyorsak, ürünlerin ve dünyanın hızla değiştiği bir dünyada eskisi gibi ürünün anatomisini bilmek mümkün müdür sorusuna takılıp kalmamalıyız. Öncelikli olarak tutku ile öğrenmek isteyeceğimiz “ürünlerin” ne olduğu üzerine kafa yormamız ve mümkünse o ürünlerin olduğu sektörlerde görevler almalıyız. Daha sonrasında ürüne karşı beslenen sınırsız merak ile birleşen tutku, uzun vadeli işlerin temelini oluşturacaktır.
Eğer bu yapılamıyorsa da en azından şu anda içerisinde bulunmuş olduğumuz sektörün ürünlerinin anatomisini ne kadar biliyoruz ve daha ne kadar öğrenebiliriz diye kendimizi her gün sorgulamamız gerekiyor.
“Hayatımda işinden memnun olmayan bir çok profesyonel gördüm ancak sattığı ürüne tutku ile bağlı olmayan bir tane patron görmedim.“
2 replies on “Ürünün “Anatomisi”, mesleksizleşme ve patronlar”
Bu süper bir yazı olmuş.. Gözlemin inanılmaz doğru.
Ben şöyle bir katkı sunabilirim.
Yuval Harari insanların çok önemli bir özelliği büyük organizasyonlar kurmak diyor. Hayvan topluluklarında da sürüler vardır ama ancak binlerle ifade edilebilir ve de ortak bir çaba artı hedef olduğu da çok belirgin değildir.
İnsanoğlu ise Çin , Hindistan , ABD , AB ve Nijerya gibi devasa organizasyonlar büyük bir yaratıcılık örneğidir. Alyapısı da tabi ki bilgi depolama kapasinin artması ve erişiminin hızlanmasıdır.
Bunların içerisinde en kıymetlileri tabiki AB VE ABD ‘ dir. bunlar 27 ve 51 ayrı ülkenin ayni çatı ve ortak bir üst anayasa çerçevesi içerisinde , kendi içinde savaşsızlık ortamına evrilebilmiş olmasıdır.
SSCB Sovyet rejiminin başarısızlığı incelenmeye değer.
Bir patronun ürününün, pazarının, üretim süreçlerinin birçok kısmını özümsemiş olması çok doğruve ilginç bir saptama…Ancak bu süreç , patronların gece evde bu süreci ezberlemek için çaba sarf ettiklerinden dolayı olmadığı da aşikar.
Başarılı bir patron için ürünü onun hobisidir, hayattaki merakı ve ilgi odağıdır. Sevmediğiniz ve kullanmadığınız bir ürünü satmanız mümkün değildir.
Steve Jobs bir i-phone’un donımından yazılımına her şeyi ezbere bildiği söylenebilir mi? Bill Gates’in Windows’u her detayını bildiğini? Bence kuvvetle muhtemel.
Benim gözlemim bazı bilgilerin hafızamıza çaba sarf etmeden yerleştiğidir. Benim bir Fox database programı ile ilgili şahsi bir deneyimim var. İngiltere’den 700 pound’a tüm kitaplarını getirmiş ve de hemen hepsini roman gibi okumuş, en ufak bir nokta ve virgülün ne işe yaradığını öğrenmiştim. Hem de hiç çaba sarf etmeden , hem de zevk ile. 400 kişilik işçi bordrosu programı yazdım. Sonra ihracat işimi aksattığı için istemeyerek programlamayı bıraktım. Pişman değilim.
Anders Ericsson PEEK kitabında hafızasından satranç oynayanları, çok uzun sayıları veya oyun kartlarını hafızalarında tutabilenleri incelemiş. İlginç olan bu yeteneklerin “ilave çaba ile” kazanılabileceği yönünde.
Hafızamıza çaba sarf etmeden yerleşen bilgiler bizim ilgi odağımız , kabiliyetimizdir. Bunu keşfetmek için çok şeyi deneyimlemek ve bunların arasında bizi “AKIŞ” a götürenleri bulmamızdır.( Mihaly Csikszenmihalyi -FLOW)
sevgiler
iPad’imden gönderildi
> Misel Aji’nin Dünyası şunları yazdı (29 Tem 2020 18:54): > > >
Bu analize kesinlikle katılıyorum. Günümüzde başarılı olan ve çalışan memnuniyeti anketlerinde üst sıralarda yer alan şirketlere baktığımızda bunun sırrının sattıkları üründen gurur duyan, basta kendilerinin severek kullandığı ya da tükettiği çalışanlar oldunu söyleyebiliriz. Burada önemli olan tabi ki kişilerin o şirkete basvurmasını ya da uzun süreli çalışmasını sağlayan tek başına ürün portföyünün çekiciliği değildir. Asıl başarıyı getiren bu şirketlerin ürün ya da kategori tanıtımını, bilgisini sağlayan programlara ne kadar yatırım yaptıgı, çalışanlarının hem bilgisini arttırmayı hem de motive etmeyi amaclamasıdır.